0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

13. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

Keyifli okumalar. 🤍

13.BÖLÜM

"Hare saçmalama, beni vurmayacaksın herhalde."

"Neden vurmayayım Victor. Sana demiştim, beni bir daha kandırırsan seni vururum demiştim."

"İyi ama seni kandırmadım," dedi Victor, beni kucağına çekmeye çalışırken. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş, dik dik ona bakıyordum. Fırtına dinmişti ama ikimiz de hâlâ sırılsıklamdık. "Kelebeğin uzun ömürlüydü Hare."

Hâlâ utanmadan ne diyordu. Ona ağlayarak bana verdiği kelebeklerden birinin öldüğünü söylemiştim, o da kalkıp bana yine mi kelebek öldürdün, diye sormuştu. Oysa ki hatalı olan oydu, bir günlük kelebek vermişti. "O zaman neden öldü pislik," diye tısladım.

Kara kara kaşlarını çattı ve çenemi tutup yüzümü azıcık havaya kaldırdı. "Pislik mi dedin?"

"Evet. Kötü laf ettim sana."

Gergin dudakları kıvrıldı, yüzünden hâlâ damlalar akıyordu. "Nereden duydun?"

"Şu arkadaşın, Elvis'ten."

"Siktir gitin oğlu," dedi arkadaşı için.

Ansızın kıkırdadım. "Sen bunu nereden öğrendin?"

Ne kelam ettiğini fark edince burnuma fiske attı. "Bir dağ ceylanından," dedi.

"Sensin ceylan," dedim, gaz lambası sayesinde yüzünü görebildiğim adama. Parmağımı suratına doğru salladım. "Ben olsam olsam kurt olurum."

"Yaa," diyerek geniş omuzlarını arkasındaki ağacın gövdesine daha çok yaslayıp ıslak saçlarımlan oynadı. "Hani geyik olacaktın sen."

"Hahaha Victor Bey," dedim ona küstah bir bakış atarak. Dişleri karanlık gecenin içinde parlayınca pek eğlendiğini düşündüm. "Ben istersem geyik de olurum kurt da."

"Nasıl olacakmışsın?"

Ona kızıp suratına bir tane vurdum. "Sen benim büyülerimi hafife mı alıyorsun?"

"Senin insanlarla iletişimin çok zayıf," dedi, ona vurduğum elimi tutup avucunun içine hapsederken. "Durduk yere konuştuğun birinin suratına vuramazsın. Terbiyesizlik olur bu."

Elimi hızla geriye çektim ve aniden sinirlenip de vurduğum yanağına bakıp üzgünce omuzlarımı düşürdüm. Bilgisizdim işte, yabaniydim. Sebebi yokken adama vurmuştum. Biraz uzanıp vurduğum yeri öptüm. "Kusura bakma, bir daha yapmam."

Geriye çekildiğimde ona vurduğum elimi bir daha kavradı ve avuç içine alıp okşadı. Başımı az eğip onun kocaman avuçlarındaki elime baktım. Parmaklarım geçen her saniye ısınıyordu. Gözlerimin içine öylesine derin bakıyordu ki, incinmiş kalbimi görebildiği yanılgısına kapıldım. Elimi avuçlarıyla beraber kaldırdı ve dudaklarına götürüp parmak boğumlarıma minicik öpücükler koydu. Gözlerim yarı yarıya kapandı ve başım sol tarafıma doğru eğildi. Beni sevdiğini söylemişti, inanması zordu ama kalbim güven duymuştu. Şimdiki öpücükleri de sanki o sevgiyi kalbime doğru ittiriyordu adeta. Dudakları bileğimin içine kaymaya başladığında omuzlarım hızlı hızlı inip yükselmeye başladı. Ağır ağır nefesler alıyor, gözlerimle dudaklarını takip ediyordum. Bileğimin içinden yukarıya kadar tırmandı ve ıslanmış elbisemin üzerinden tüm kolumu öpüp boynuma ulaştı, dudaklarını her nefes alıp verdiğimde kımıldayan nabzımın üzerine koydu.

"Nefes alışverişini dudaklarımda hissediyorum Hare." Dudaklarını, nabzımı hissettiği yerden kaldırıp bu kez yanağımın üzerine koydu, beni bir daha öptü. Ağzımı açamıyordum, öpücükleri garip bir tat veriyordu, tarif edemiyordum. "Dağ Ceylan'ım."

Sanırım artık bana böyle diyecekti ama ben ceylan değildim, kurttum. Dudaklarını geriye çektiğinde elimi uzatmak istedim ve uzattım da. Parmaklarımı sakallarına sürtüp, "Bana bir daha ceylan dersen seni vururum," dedim sevgi dolu bir sesle. "Kurtlar ceylanı yer! Sence birisi beni yiyebilir mi? Hayır haydut Victor, kimse beni yiyemez! Bana ceylan deme."

"Çok hırçınsın Dağ Ceylanı."

Öfkeyle dudaklarımı sıkıp elimi geriye çektiğimde kucağından kalkmaya yeltendim ama haydut değil mi işte, izin vermedi. Beni kolları arasına hapsedip ıslak saçlarım üzerinden öptü. "Seni kaçıp götüreyim mi?"

Dudaklarımı ısırmaya başladım ve bir tilki sesi duyunca kafamı çevirip etrafta o tilkiyi aradım. "Olmaz Victor. Ben istersem seninle kaçarım, sen beni kaçıramazsın."

"Biliyor musun Hare sen kötülüğü bilmediğin gibi iyiliği de pek bilmiyorsun." Bunu neden söylediğini anlamadım, ağacın dalındaki bir kuşa dil çıkarırken ona kulak vermeye de devam ettim. "İnsanın özünde ikisi de yok çünkü. İyilikte kötülükte öğrenilir. Ama besbelli, sen cadılık öğrenmişsin!"

"Ee herhalde! Aptal, beni cadı büyüttü!"

Saçlarımı yüzümden çekip, "Hadi kalk," dedi bana, sert bir sesle. Doğrulmaya yeltendi. "Evine götüreyim seni."

"Gitmeyeceğim oraya!"

"Beni cadınla da tanıştırırsın," dediğinde gözlerimi kırpıştırıp korkuyla bakmaya başladım. "Artık beni tanısın, ben de seni kaçak göçek görmek zorunda kalmam."

Lakin beni anlamıyordu. Büyücü annem çok kızardı, bana hep erkeklerden uzak durmamı tembih etmişti. Victor'u kim olarak tanıtacaktım. Bunak bak, bu benim tanıştığım ilk insan. "Peki büyücü kadına ne diyeceğim? Kimsin ki sen?"

"Erkeğinim dedim ya kızım! Daha ne diyeyim!"

"Ayı, ne bağırıyorsun!"

"Sinirlendiriyorsun beni artık," diye sertçe konuştu ve doğrulup üzerindeki otları, çamurları eliylen sildi. Yere bir daha alçalıp beni koltuk altlarımdan tuttu ve yukarıya kaldırıp ayaklarımı yere bastı. "Bin defa dedim sana cadıyla tanışacağım diye. Ne diye bu kadar korkuyorsun? Sen kocaman bir kadınsın artık, arkadaşlıklar edinmen çok normal. Kızamaz, kızarsa da karşısında beni bulur."

Elimden tuta tuta atının yanına gitti ve hayvancağzın karnına vurunca at peşimize düştü. Geyiğime gözlerimi kısarak baktım, yerimi Victor'a söyleyerek hainlik etmişti. Onu vurmam için güçlü bir sebebim vardı artık.

"Büyücü sana bir büyü yapar ağzın yamulur," dedim, ayaklarımı çamurlu yerlere vura vura peşinden giderken.

"Sen de o büyücü çözersin. Yapmaz mısın benim için."

Gülümsemeye başladım. "Yaparım Victor, tabii ki yaparım!"

Bir eliyle benim elimi diğer eliyle de gaz lambasını tutuyor, ormanın içinde yürüyordu. Aydınlık sayesinde önümüzü görebiliyorduk. "O halde konuştuğumuz gibi," dedi Victor. "Bu gece bunağın karşısına çıkacağız. Rızasını alacağız. Böylelikle sen de korkmayacaksın."

Essahtan böyle olabilir miydi? Ben artık özgür bir kadın gibi hareket edebilir miydim? Cadım bunu anlamalı mıydı? Üşüyerek kolumu sıvazlarken, "Sana büyü yaparsa çok üzülürüm," deyiverdim.

"Koca karı işleri."

Sana bir büyü karıştırayım da gör essahtan var mı yok mu.

Ona kızgın gözlerimle baktım ama gördüğünü söyleyemezdim. Beni elimden tutup büyücü evine doğru sürüklemeye devam etti. Endişeyle alt dudağımı ısırdım, cadı ne derdi ki? Aslında Victor doğru söylüyordu, bunak Victor'dan haberdar olursa Victor'u evimize bile davet edebilirdim. Hapşırmaya başlayınca ıslak kıyafetlerimi bir daha hatırladım, o sırada Victor bana dönüp kolunu omzuma attı, elinin içiylen dirseğimi sıvazladı. "Al işte, hasta oldun, bırakıp gidemeyeceğim seni."

"Ben de tekrardan deliğe girerim," dedim, başımı onun göğsüne koyarken. Onun da kıyafetleri ıslaktı ama teni bunun aksine sıcaktı, verdiği hissiyatı ona ilk dokunduğumdan beri seviyordum. "Beni eve bırakıp gidecek misin?"

"Gitmem gerekiyor Hare."

"Madem bunakla tanışacaksın bizimle de yaşayabilirsin," dedim neşeyle. Dönüp ona bilmiş bilmiş gülümsedim. "Hı, olmaz mı?"

"Olmaz Hare." Başını az indirip gözlerimin içine baktı. "Bunağa benim bir haydut olduğumu söylemiyoruz tamam mı?"

"Bunu söylememem için haydut olmaktan vazgeçmen gerekiyor."

"Hare," diyerek bana çattığı kaşlarının algından bakmaya devam etti. "Bilmem ki bu zekân nasıl bu kadar kıvrak."

"Bence sen beni övmeye yer arıyorsun."

"Yok," diyerek önüne döndü haydut. "Ben güzel kelamdır, övmedir, meth etmektir bilmem."

Yanağımı çıplak göğsüne sürterek ona biraz daha sarıldım, hakikaten üşüyordum. "Ben de bilmem. Çok da lüzum değil. Bana kızma ve sev yeter."

Durup başını bir daha beni görmek için eğdiğinde gözlerimiz birleşti. Dudaklarının kıvrıldığını görünce kavanozun içine koyduğum kelebeklerin boğazımdan aşağıya doğru kanat çırptığını hissettim. "Bana sev diyorsun ama sen bunu hiç söylemiyorsun?"

"Neyi?" Dedim onunla beraber yürümeye devam ederek.

"Benim sana söylediğim şeyi."

"Bana bir sürü şey söylüyorsun puşt!"

"Bak..." ayı, bağırmaya başladı. "Bana böyle söyleme. Bu pis bir kelime, bir daha kullanma."

"Puşt," dedim sinirle dudak bükerek.

Sabır çekerek atına baktı ve onun bizi takip ettiğini görünce yürümeye de devam etti. Biraz sonra eve yaklaşınca tedirginliğim çoğaldı. Victor evin kapısına dek yürüdü ve vurmadan önce dönüp bana baktı. Korkuyla dudağımı ısırıyordum. Bunak büyü karıştırırsa ben ne ederdim? "Korkma," diye fısıldayarak bana yaklaştı ve parmaklarıyla ıslak boynumu okşarken gözleri de boynumu takip etti. "Çok beyefendi bir adammış gibi davranacağım."

"Senin için zor olacak," dedim ve huylanarak boynumu gıdıklayan parmaklarına uzandım, onları sertçe tutup ittim.

Huysuzluğuma ses etmeden önüne döndü ve elini kapıya yaklaştırıp birkaç kez gürültüyle indirdi. Soluğumu tuttum ve tahtadaki adım seslerini duydum. Kapı kim olduğu sorulmadan açılınca da bunağın kırışık yüzünü gördüm. Önce beni, ardından Victor'u gördü ve yüzünde ürkütücü bir ifade peyda oldu. Bir anda beni kolumdan tutup içeriye çekerken, "Sen de kimsin?" Diyerek Victor'a baktı.

Bir anda kendimi bunağın yanında, Victor'un karşısında bulup nefesimi tuttum. Victor ıslak kıyafetlerini düzelterek, "Merhaba hanımefendi," dediğinde gözlerimi büyüttüm. Hanımefendi mi? Nezaketi gözlerimi yaşartacaktı. "Victor ben."

"Onu sormuyorum," dedi büyücü kadın, baştan aşağıya Victor'u süzüp kolumu sımsıkı tutarak. "Kızımın yanında ne işin olduğunu soruyorum." Başını bana çevirdi. "İçeriye geç Hare."

Yutkunarak eteğimi tuttum. Pek çok zamanda cadıyla atışır, ona pis pis şeyler de söylerdim ama kızdığı zaman hakikaten gözünün önünde olmak istemezdim. Geriye doğru birkaç adım atıp onlardan uzaklaştığımda bunak tekrar Victor'a döndü. Gerilemiş olsam da konuşmalarını hâlâ duyuyordum. "Hare'yle geçtiğimiz günlerde tanıştık," dedi Victor, yalan etmeden. "O da bana sizden bahsedince tanışmamız gerektiğini düşündüm."

Cadı onu sükunet içinde dinliyor, muhtemelen de dikkatle izliyordu. Bana kızacaktı, ona Victor'dan hiç söz etmemiştim. "Hare, senin arkadaşlık edeceğin türden bir kadın değil," dedi büyücü kadın, sert bir sesle. Tam ağzımı açma vaktinin geldiğini düşünüyordum ki konuşmaya devam etti. "Onun bilmediği, öğrenmesi gereken çok şey ver. Hare'nin kimseyle arkadaşlık etmesini istemiyorum."

Bunu nasıl söyleyebilirdi? Ben bir ve dokuz yaşında, bir yetişkindim. Hayatımın sonuna kadar bu şatoya mahkum olamazdım! Victor'un büyücü kadını sabırla karşılayıp, "Hare artık bir yetişkin," dedi içimden geçenleri. "Elbette arkadaşlıkları olur. Onun hayat hikâyesinden haberim olmadığı için kaygı duyuyor olabilirsiniz ama onun neler yaşadığını biliyorum ve ona gerektiği gibi davranıyorum."

Büyücü kadın bunları duyar duymaz başını sertçe bana doğru çevirdi ve sürmeli gözleriyle gözlerime baktı. Geri adım atmamak pek mümkün değildi. Başkalarına kendimden bahsettiğim için çok öfkelenmişti. Tekrar önüne döndüğündeyse, "Onun saflığından yararlanamazsın," dedi Victor'a. "Nesin sen, kimlerdensin? Obada mı yaşıyorsun?"

"Evet," dedi Victor, yalan söyleyerek. Bunu konuştuğumuz için şaşırmadım. "Zararsız birisiyim."

Eteğimi sabırsızca sıkarken yutkundum. Böyle söylemesi gerektiğini biliyordum. Doğru, bana karşı zararsız birisiydi ama ya diğer insanlara karşı?

"Bunu bilemem," dedi cadı kadın. O esnada tahta basamaklardan ses duyunca başımı biraz arkaya çevirdim. Prenses Aysima aşağıya iniyordu. "Sen en iyisi Hare'den uzak dur. Ben onu güvenip kimseyle yalnız başına bırakamam. Git obana, başka kızla eğlen."

Cadı kadın kapıyı onun suratına örtecek olduğunda kaşlarımı çattım. Victor buna engel olup elini, suratına doğru kapatılan kapının üzerine sertçe koydu ve kapıyı geri açarak, "Onunla eğlenmiyorum," dedi daha sert bir sesle. "Gerekirse onunla evlenirim."

Evlilik kelimesini daha önce kaç kez duyduğumu bilmiyordum ama ne ifade ettiğinden haberdardım. Bir anda dengemin şaştığını hissettim, buna aniden sebep olduğu için Victor'a öfke ve şaşkınlıkla bakmaya başladım. Oysa cadıya bakıyor, söylediği kelamların büyüklüğünden haberdarsızmış gibi davranıyordu. "Herif, senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?" Dedi büyücü kadın, biraz korkmuşa benziyordu. "Ne demek evlilik! O daha bir küçük kız! Kaç gündür tanıyorsun ki sen onu! Kendine bir eş arıyordun da o mu çıktı karşına! Saf bu kız, ben bunu kullanırım mı, dedin! Hadi oradan! O, ben isteyene kadar bu köşkten çıkamaz!"

"Büyücü," dedim ayağımı yere sertçe vurarak.

"Hare!"

Büyücü kadın adımı bağırıp bir daha Victor'a döndüğünde, "Hare, ona karşı duygularımın samimiyetini biliyor," dedi Victor. "Onun aklına girmeyi denemeyin. Dilerseniz güveninizi kazanmak için çabalarım fakat siz de bana güvenmeyi deneyecekseniz. Hare'ye olan duygularım çok içten. Niyetim onunla eğlenmek asla olamaz, buna cüret edeni de kendi ellerimle öldürürüm inanın ki. Ben, Hare'nin diğer zamanlarda da güvende olduğundan emin olmanız için sizinle tanışmak istemiştim." Eşikten içeriye girdiğinde büyücü kadın onun heybeti karşısında bir adım geriledi ama duruşundan taviz vermedi. Nefesimi bir daha tutmuştum. "Şimdi Hare'ye veda edip gideceğim ama niyetim pek yakında geriye dönmek."

Yönünü bana çevirip üzerime doğru sert adımlar attı ve karşımda durunca gözlerimiz birleşti. Benim tedirginliğimden ziyade onun bakışları korkusuz ve kendinden emindi. Kendimi bir böcek gibi hissettim ve ben de onun gibi korkusuz görünmek için yutkunurken, Victor eğilip alnımdan öptü.

Sonra arkasını dönüp evden çıktı, atına bindi, nal sesleri ormanın içinde bir süre çınlayıp ardından kayboldu.

"Hare," diye bağırıp kapıyı sertçe örttü bunak ve bana döndü. Dik bir şekilde karşısında durup ayağımı yere vurdum. "Sen neler karıştırmışsın Hare? Bu yüzden aklın başında değilmiş, şimdi anlıyorum. Nasıl böyle korkusuz davranabilirsin! Hiç tanımadığın bir erkeğin elini tutup karşıma çıkabilirsin! Sana tembih etmedim mi, erkekler gönül eğler demedim mi!"

O kadar bağrıyordu ki, Aysima indiği merdivenleri korkuyla çıkmaya başlamıştı. "Victor doğru söyledi," dedim, gözlerim öfke ateşiyle yanarken. "Ben artık bir ve dokuz yaşında, bir yetişkin kadınım! Hayatımın tümünü bu şatoda yaşayamam! Beni kandırmalarına göz yumamam!"

Ağır aksak karşıma yürüdü. "Ben senin annenim!"

"Bana yalanlar söyledin!" Victor'un doğrusunu öğrettiği şeyleri onun yüzüne haykırdım. "Büyü karıştırdığım için karnın ağrıyor dedin, oysa ki bu benim yaradılışımda vardı. Bunu senden değil, ondan öğrendim!"

Sanki masummuşçasına kafasını iki yana sallayıp ah vah etti. "Sen o adamla neler konuşuyorsun Hare!"

"Öptü ki beni," dedim, onu öfkelendirecek bir şeyler söyleme isteğiyle.

Kara gözleri irice açıldı ve dudaklarından dökülmesini beklediğim kötü bir söz dökülmeden önce ona arkamı dönüp eteklerimi tuta tuta basamaklara yürüdüm. Ardımda, şaşkınlıklar içerisindeydi. Aysima'nın yanından geçtim ve o da bir saniye sonra peşimden gelirken, ağlayarak odamın yolunu tuttum. Bunağı aşağıda bırakıp prensesle beraber odamdan içeriye girdim ve yatağıma çıkıp ağlamaya başladım.

"Ağlama lütfen," diyerek yanıma oturdu.

"Mümkün olsa beni bu şatodan dışarıya çıkarmayacak! Oysa ben büyüdüm, neden anlamak istemiyor."

"Benim babam da böyle, beni saraydan dışarıya çıkarmıyor. Hiç arkadaşım yok," dedi, demek benimle aynı dertten müzdaripti. Gözyaşlarımı silip ona baktım, ay ışığı yüzüne yansıyordu. "Acaba... Sen benimle mi gelsen, yani saraya? Orada benim arkadaşım olabilirsin belki?"

Başımı yastığımdan kaldırıp kızıl saçlarımı yüzümden çekerken, "Kral kızar," dedim heyecanla. "İzin vermez ki?"

"Kral çok korumacıdır ama senin ne zararın olabilir ki? Yanlış anlama sakın, öyle olduğundan değil ama istersen hizmetkârım olacağını söylerim lakin arkadaşım olursun."

Essahtan mümkün olabilir miydi? Dediği gibi sarayda yaşayabilir miydim? Ben ormandan başka yer bilmezdim ama merak ediyordum. Buraya hapsolmak istemiyordum. Hem artık büyücüdü de başıma vurup duramazdı, beni kandıramazdı. "Ben de böyle elbise giyecek miyim?" Dedim elimlen, kat kat elbisesini göstererek. "Böyle elbiseler giyersem gelirim, o da belki..."

Biraz nazlanmaya karar verdim, o zaman belki bana istediğim elbiseyi verebilirdi. Hevesle başını sallayıp, "Hepsi Fransız kumaşı," dediği sırada bir tak tak sesi geldi. Öncesinde bu sesi çıkaranın bunak olduğunu düşündüm, bizi korkutmak için yaptığını. Lakin dışarıdan nal sesleri de geliyordu, Victor geri mi dönmüştü? Bunun hevesiyle yataktan indim ve öksürerek, şifayı kapmış halde odamdan çıktım. Prenses Aysima'da elbisenin eteklerini sürüyerek karanlıkta ardımdan geldi. Basamakları indiğimizde büyücü kadının kapıyı açtığını, birisiyle konuştuğunu duyduk. Bizim hiç ziyaretçimiz olmazdı, bu destursuz gelen de kimdi.

"Aysima," diyerek bu tarafa döndü bunak. Ah, mum ışığında yüzü belli oluyordu. Bir de ıslaktı. Tanrım, ağlamış mıydı? "Seni arıyorlarmış? Sen bu kişileri tanıyor musun kızım?"

Aysima önüme çıkıp tahta kapıya kadar yürüdü ve gördükleri karşısında, "Evet," diye bağırdı coşkuyla. Bana döndü. "Beni almaya gelmişler!"

Gözlerim parlamaya başladı. Arkasından gidip de baktığımda uzun parkasının içinde, başı sarıklı bir genç adam gördüm. Kafası biraz öne eğikti, elinde bir kılıç tutuyordu. "Prensesim," dedi düzgün telaffuzuyla. "Sizi bulduğuma çok mesut oldum. Günlerdir sizi arıyorduk. İyi misiniz?"

"İyiyim," dedi Aysima omuzlarını düşürerek. Başını hafifçe dışarıya çıkarttı, ileride at arabası vardı. "Eflâh geldi mi?"

"Şükürler olsun sizi, o gelmeden bulduk," dedi adam, sesinde hakiki sevinç vardı. "Hemen saraya gidelim prensesim. Prensimiz de sabaha karşı saraya varacaktır, son mektubunda az yolunun kaldığını yazmıştı."

Aysima'nın gözlerinden mutluluk gözyaşları aktı ve eşikten dışarıya adım atmadan önce büyücü kadına dönerek, "Teşekkür ederim efendim," dedim kibarca. Uzanıp cadımın buruşuk ellerini tuttu. "Benim için zahmet ettiğiniz şeyler oldu. Siz iyi birisiniz. Vaktim oldukça sizi ziyarete geleceğim."

Cadım hüzünle gülümseyip prensesin ellerini okşadı. "Kapım senin gibi bir prensese her zaman açıktır."

Aysima bu kez bana döndüğünde ıslak eteğimi tutup yanına vardım. "Ben de Aysima ile gideceğim," dedim cadı kadına bakmadan. "Aysima gelebileceğimi söyledi."

Eşiğin ardındaki genç adam, "Prensesim?" dediğinde Aysima, "Sana laf düşmez," dedi ve bu seferinde benim ellerimden tuttu. "Yanına hiçbir şey almana gerek yok. Orada giyemeyeceğin kadar çok giysilerin olacak."

Başımı hevesle salladığım sırada büyücü kadının elini kolumda hissettim. Beni tutup kendisine çevirdiğinde ona kibirli, korkusuz gözlerle baktım ama... Tanrım, onun yanakları hâlâ ıslaktı. Gözlerine epey büyük bir dehşet hakimdi. "Sen nereye Hare? Anneni bırakıp gidiyor musun?"

Her ne kadar kalbim üzüntüyle dolmaya başlasa da kolumu geriye çekip, "Doğru, gidiyorum," dedim kızgınca. "Beni bu şatoya hapsedemeyeceksin!"

Cadı kadın kendime doğru çektiğim koluma ıslak gözlerle bakıp, "Ben senin annenim," diye yinelediğinde burnumu çekip saçlarımı ittim. "Fakat bana hep kızıyorsun, bağırıyorsun! Hiç dışarıya çıkmayayım istiyorsun, oysa ben diğer insanlarla da tanışmak istiyorum." Kararlı şekilde başımı salladım. "Senin arzu ettiğin gibi buraya hapsolmayacağım!"

Büyücü kadın kırışmış ellerini önünde birleştirdi ve başını dikleştirdi. "Anneni yanlız mı bırakacaksın?"

"Bir cadının böyle cadı bir kızı olmalı herhalde değil mi?"

Büyücü kadın gözlerimin içine bakıp başını iki yana doğru yavaşça salladı ve sonra ardına dönüp ağır aksak halde şöminenin oraya gitti. "Git öyleyse," dedi, oldukça kısık bir sesle. "O çok merak ettiğin dünyadan haberdar olmaya git. Lakin okunu yanına al da git, kimse sana benim kadar vicdanlı davranmayacak çünkü."

Sesli biçimde yutkundum ve dudaklarımı sanki bir şey diyebilecekmiş gibi açtım lakin korktuğumu söyleyecek halim yoktu. Madem o da bana sırtını dönmüş, gitmemi istiyordu, onu ikiletmezdim. Okuma baktım, fakat o kılıcı alırsam korktuğumu gösterirdim. Bu sebepten okuma uzanmadım, önüme döndüm ve Aysima ile birlikte dışarıya çıktım.

Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken, "Peki sonra ormana gelebilir miyim?" diye sordum, yanımda yürüyen prensese. "Victor'u görmeyi isterim!"

"Dilersen seni ormana getirmelerini söylerim. Hatta seninle gelebilirim."

Başımı sallayıp kollarımı ıslak kıyafetime dolarken, ağacın kenarında otlanan geyiğimi gördüm ve heyecanla Aysima'ya baktım. "Geyiğimi de götürebilir miyiz?"

"Aaa." Aysima elimi tuttu. "Geyikler sarayda yaşayamaz ki."

Ne yazık, doğru söylüyordu. O ormanda yaşıyor, otlanıyor, koşuyor, oynuyordu. Üzüntüyle başımı sallayıp eteklerimi tuta tuta yanına gittim ve eğilip geyiğimin boynuzlarını okşadım. "Seni görmeye gelirim, tamam mı alageyiğim? Şimdi saraya gideceğim, çünkü buraya hapsolamam!"

Bana hiç pas vermeden yanımdan uzaklaşmaya başladığında alçaldığım yerde arkasından gözyaşlarıyla baktım ve peri böceklerinin yanından geçip ormanın içinde kaybolduğunda doğruldum. Başımı yerden kaldıramadan Aysima'nın yanına ilerledim. Elindeki kılıcıyla birlikte o genç adam prensesin at arabasına binmesine yardımcı olduktan sonra benim elimden tuttu ve beni de prensesin yanına oturtup örtüyü kapattı. Benimle beraber at arabanın arkasında oturan Aysima bana döndü. "Biz gittiğimizde kocam da saraya dönmüş olur umarım."

"Umuyorum," dedim ve başımı önüme çevirdiğimde az önceki adamın karşımıza oturduğunu gördüm. Kılıcını sakince yere bırakarak prensese baktı. "Birkaç saate saraya varırız prensesim. Babanız sizi çok merak etti. Civarda hep aradık, bu evi gördüğümüze şükrediyorum. Prensimiz de yakında saraya kavuşacaktır."

Aysima başını sallayıp heyecanlı şekilde bana döndüğünde ona gülümseyip başımı at arabasının şeffaf bölmesine çevirdim ve köşkümüze bakarken, içinde bulunduğumuz at arabası hareket etmeye başladı. Ellerimi dizlerimin arasında sıkarak uzaklaşana dek karanlık, sarmaşıklarla dolu köşkümüzü izledim. Ağaçların arasından geçerek uzaklardaki saraya ilerlerken de, "Örtümü almadım," dedim. Beni bu saçlarım ve gözlerimle kim kabul ederdi ki? Aysima elimden tutup, "Ben prensesim, sarayımda kimse sana bir lanet gibi davranmaya cüret edemez," dedi. Ve böyle söylemesine rağmen hafiflemeyen kalbimi de neyin ağrıttığını, o saraya gidene dek bir türlü anlayamadım.

BÖLÜM SONU.